27 Aralık 2012 Perşembe

adalet anlayışım
ketumlukla metanet arası bir ruh halini zorunlu kılıyor
hiç bir kenarı eşit olmayan dörtgenler
çizip duruyorum boş kağıtlara
ideal formu bulamadım henüz.
fazla yer kaplamasın diye sıkıştırdığım hafızamda bir yüz var.
duvara çizdiğim kendi resmimin içine iki ben girer
hayalimdekine en az beş.
diyorum ki, keşke şaşkınlıklarımı harcarken
bu kadar savurgan olmasaydım
şimdi lazım.
keder bana daha kadınsı bir ifade katabilirdi.
o da lazım şimdi.
yalan söylüyorum.
yorgunken aklıma eseni söylerim ben.
uykusuzsam aklıma geldikçe esnerim.
duygu sömürücü melankoliden sıkılırım.
sessizlikten etkilenirim.
ve daha pekçok şeyi pat diye söyleyebilirim
benimle ilgili...
kendimi tanımlamaktan hiç çekinmiyorum işte.
şu yaşıma kadar bir başkasından edindiğim en mühim hayat dersi;
"yeterince içmişsen hangi kadehin seni sarhoş ettiğini bilemezsin
oysa, içtiğini sandığın ama hiç içmediğin o kadehin sarhoşluğu
en büyük sarhoşluktur."
ve aklımda cevabı onda bir soru.
içtim mi içmedim mi?
ben soramayacağım,
O söylemeyecek.
şehirden kalkan son otobüse
bir iki, bir iki
diyen muavin aklımı çeldi.
bindim gitti.

-koltuk tercihiniz var mı?
-yok. Sayılarla aram iyi değil ama koridor olsun.

birden herkes birbirine benzedi.
ben bile.
                                                                                 














-human dilemma must be experienced!
-efendim bayan?
-yok bişi...

uç uç bir duygu gezginidir.

23 Aralık 2012 Pazar



sıyrıl artık bu kaygıdan, 
onu çoktan yitirdik!
büyülendiğim anda yaşamış olduğum bir yas vardı.
farkındaydım;
içim rahattı.
içim rahat.

orada zarafetle yaşlanmak istiyorum.
yine de.
ondan bağımsız
gösterişsiz bir sadakatle
sezgiye dayanan bir gevşeklikle
rahat nefes alıp veriyorum.
hafifliyorum.
kadın olmaktan çok bir ruhtur derler bana.

ve anlatacaklarım da hiç bitmez merak etmeyesin.

ileri mi sarsam başa mı alsam bilemedim.
pause!

20 Aralık 2012 Perşembe


pencereyi açıp avcumu uzattım.
düşerken masalsı bir kar tanesiydi 
keşke olduğu gibi bıraksaymışım da düşseymiş.
tenime deyince eriyip gitti şimdi
biraz ısınmıştır belki son nefesini verirken 
diyip avunuyorum. 
işgüzarım işte ben.

peki kelebekler, tırtıl oldukları günleri hatırlayabiliyorlar mıdır?

16 Aralık 2012 Pazar

peki ya hafızanda hiç olmamış bir şeyin hatırası duruyorsa?
my body is a cage...

Kafa patlatarak bazı şeyleri olduğu gibi anlayabilirim/ tam da olduğu gibi, sanki gerçekten bir gerçeklik varmış gibi farzederek;
zekamla zeki olduğumu farzederek biraz da…
Ama tüm zamanımı o şeylerin, -belki de- olabileceği halleri düşünerek geçiririm. İçimden geçen, olabilme potansiyelini tasarlamaktır. İmaj, evet imajlar geçer durur gözlerimin önünden.
Ve yine de olmaları gerektiği gibi düşünmek gerekir o şeyleri diye dayatır dururlar sana… ahlakçı ikna turları…
Oysa büyü yadsınamaz… büyü tüm bu şeyleri tam da düşündüğüm hale sokar. Büyüdür O.

İnsanın kendi kafesini daralttığını duymuşsunuzdur da
Genişlettiğine şahit olmuş muydunuz?
Olun o zaman!
Hep içe doğru, hep… 

15 Aralık 2012 Cumartesi



bir kadına en çok yakışan salınmaktır bana sorulsa
söylerdim.
güvenmek tamlamanın tam anlamıyla 
şizofren kafasıdır.
insan Danimarka Prensi Hamlet kadar basit  sorular sorsa
kıskaçlar laçka olurdu.
edepler bir yana
herkes herkese amma düşkün
raconu buymuş yaşamanın
öyle diyorlar
trapezcilere özenmem bundandır.

11 Aralık 2012 Salı


takasa girelim o zaman;
sen yüzünü çıkart koy önlerine
ben omurgamı teklif edeyim.
karşılığında o karavanı vermezler mi bize?
ama sıkı pazarlık yapıp
gözlerini elimizde tutmaya çalışalım
tamam mı?

6 Aralık 2012 Perşembe

ben de Heraclitus'u tanıyormuş gibi yaparak
herşeyin her an değiştiğini söyleyebilirim dünyada

ya sonra
içe atılan önemler?
kapıdan çıkarken elden düşen bavullar?
ilerleyecekken saatlerin durması?

ama
bir yandan da
hayal alışkanlıkları?


- bir paket Piet Mondrian lütfen.
- normal mi light mı?
- light olsun normal öksürtüyor.
- kalmamış üzgünüm.
- ne var?
- sadece kırmızı, siyah ve sarı.
- o zaman kalsın madem.









whistle in his ears...

3 Aralık 2012 Pazartesi




Çocuktum az önce,
Saklambaç oynuyorduk.
Nereden geldiyse aklıma
Şapkasının altına gizlendim
beni hiç bulamasın diye
Ama kayboldum şimdi saçlarının arasında
Birden uzadı saçları ben dokununca
Dokunmadan duramazdım üzgünüm
Ben onun gibi değilim.
Ben sanmıştım ki
Dünyaya bayaa bayaa kızgınım
Değilmişim.
Birazdan gece olacak ve o şapkasını çıkaracak
Uzanacak uykuya
Ben de gökyüzünü göreceğim ozaman.
Sonra içimden gelecek
Güzel bir şarkı mırıldanacağım hafiften.
Her kim rüyasında şarkı görürse
Sabah mutlu kalkarmış
Öyle bişey var.
Evet var, gerçekten var.
Ama karıştırılmasın,
çünkü
Şarkı söyleyen görmek başka,
Şarkının kendisini görmek başka.
Sonra “ben geçen gece şarkı söyleyen gördüm
Ama hiç mutlu uyanmadım” demeyin,
Demesin kimse yani.
Beni arayan olursa da;
Ona söylemeyin ama,
Ben onun saçlarının arasında takılıyorum bir süre…

garip mi? hiç değil!




Birbirini kesmeyen iki paralel sokak varmış

Bu iki paralel sokaktan birinde bulunan dükkanlardan birinin sahibi
Birgün diğer sokakta bütçesine daha uygun bir dükkan bulunca,
dükkanını taşımaya karar vermiş.
Ve bir ay içinde dükkanını boşaltıp camına da bir a4 kağıt yapıştırmış üstünde fosforlu kalemle dükkanının yeni adresi yazıyormuş.  
“ uçuç sokak 8 numara ( paralel sokak)”
Böylece bu iki paralel sokaktan biri, öğrenmiş olmuş
Paralelinde bir sokak olduğunu
Ve adının uçuç olduğunu…
Yaa
Aynen böyle olmuş.



1 Aralık 2012 Cumartesi


ruhum açıkta kalmış olmalı
gördüğüm tüm bu kabusların 
başka ne açıklaması olabilir?