28 Ekim 2013 Pazartesi

10 Eylül 2013 Salı

ben aşık olurum
gemiler düşer
limanlara boğulur
düşününce
epey hazin hikaye bakma!

9 Eylül 2013 Pazartesi


iki teker gölgem 
dört tur döner kendi çevresinde
ne kendini bulur
ne de ötekini.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

yazdan çıkıyoruz başımıza buyruk
yine uzamış
kürkçü dükkanının önündeki kuyruk...

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Cama yansıyan yüzüm aynaya yansıyan yüzümden çok farklı
ne çok yapay ışık var
Otoban üzerinde sağlı sollu yol aydınlatmaları
Trafik ışıkları
Son model arabalarda kör edici Xenon farlar
Yol boyu ışık; parlak ya da feri kaçmış…
Işıklı tabelalar
Reklam panoları
fosforlu neonlar 
Hiç yaşamadığım ama transit bildiğim şehirleri seçebilmem için açık bırakılmış ışıklar
Bir kadın boynundan hınçla çekilip kopartılmış gerdanlığın yere saçılan pırlantaları gibi Manisadan inerken izmir.
Uykusu kaçmış evler
Sarı ışıklı ya da beyaz

Peki bu gördüğüm ışıklardan kaç tanesi başucu lambası?

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Bedenim su gibi dökülüyor
kesiklerinden süzülerek
bir başka bedenin
oyuklarına doluyor
ve birikiyor
biriktikçe kuyulaşıyor dolduğum oyuklar
dibe çöküyor ruhumun ağırlıkları
saçlarım aşağı çekiyor aklımı
saçlarım ne kadar güçlü
saçlarıma bakıp kendimi serbest bırakabilirmişim gibi geliyor bazen
bir dolu cümle kuruyorum
örümcek danteli
yanıbaşıma helikopterler iniyor
dört dönüp kendi etrafımda pervaneleri kovmaya çalışıyorum
bütün tırnaklarım kırılıyor
bütün güzel şarkılar kollarımdan tutup havalandırıyor beni
bir an yaşamı anlar gibi oluyorum
saçlarım bir ağacın dalına takılıyor
saçlarım yukarı çekiyor aklımı bu kez de
sesim avazımın çıktığı yerde çatlayarak
boğazımın kesiklerinden dökülüp bedenimin oyuklarında birikiyor
sudaki aksini mavi gören bir kuşa şarkılar öğretiyorum
ben ki olmayanım
kendi şatomda zifiri kuşatma altındayım
kalp atışlarımı duymaman mümkün değil.
Ama çok güvenli burası her başka yerden
Bir yıldızı yeniden bulabilir hatta
 insan gökyüzünde
Çocukluğunda kaybettiği belki de
Ama bilirsin
Gökyüzü boşalır bazen de
Kara güneşe dar etmemek için günü
O günlerde
Gövdem uzar
Tıpkı bir kadına benzerim
Titreşimlerimden yarasalar havalanır
Zehrimden bir tanrı doğar bir tanrı gömülür.
Bir adam bağrında kaç çöl saklar?
peki
Bir kadın gözlerinde kaç bela barındırabilir?

26 Mayıs 2013 Pazar

durulmuştu
suyun sesi geliyordu
siyahın kokusu
kuşlar beyaza konmuştu
bulutları nasıl da gördüm...
bir yıldız slalom yapıyordu
gece gecikmiş 
ay bin merdiven çıkarken kesilmiş dediler
laciverti düşündüm
dalgalar geri çekildi
kanatlarım da vardı, ellerim de...
gözlerim yandı
bir şarkı duydum
nefes verdim
avcumun içinde sıktığım bir şey vardı
gözlerimi açtım
rüyadan sıyrıldım,
koştum, koştum
kaçtım kurtuldum kollardan
peşimde kimse yoktu 
durdum göğüs kafesimde
soluklanmak için.
sıktığım avuçlarımı açtım.
baktım;
içinde sımsıkı sakladığım,
aşkın lades kemiği...


6 Mayıs 2013 Pazartesi



Ve biraz zaman geçmişti
kapağında zaman ve başka yazan bir kitap vardı elinde kadının
biliyordu bilmesine sahip olmadığı herşeyin başka olduğunu
 ve başkada bulduğu tükenmez zamanın kayıp sayılamayacağını
zaman yaşlanıyordu, başka değil
kadın sadece biliyordu ve bu da onun cezası olsun
kadın kitabı kapattı
ve biraz daha geçti
zaman değil
içi…
gözleri kapalı bile değildi…

25 Nisan 2013 Perşembe

oda



Taş duvara beyaz badana sürmüşler
duvarda bulutlardan seçtiğim resimler
ama taş bu duvarlar
beyaz badanalı taş duvarlar boğum boğum bulut
unutmuştum
oysa
gözümün önünde yüzün bulut bulut…
ağladın mı?
sakın.

taş duvarların beyazında
 yüzüm mü beliriyor yoksa;
benim yüzüm gibi…
benim yüzüm böyle mi görünüyor,
Bana mı öyle geliyor?
Beyaz bir yüz istemiyorum.
çok içimden geldi şaraptan kırmızı kadehi duvarın yüzüne çarptım
neden yaptım bunu?
Ama iyi geldi.
Yine de bunun bedelini ödeyeceğim
Sütten çıkmış ak kaşık değilim ben.

Herkes için ağlayabilirim; bu benimle ilgili tek bir ipucu bile vermez.
Kaçıyormuş gibi susabilirim; içim şarkılar geçiriyordur içinden
Ah nasıl da yalnızmışım gibi, aklım hiçliği geçiriyordur aklından


Hele bir sabah olsun.
Kaşık değilim ben.
Sütten duvarlardan çıkmış bir kaşık asla değilim.
Bu oda çok yanlış.
Ah nasıl da yalnız
Ve nasıl görünmeyen bir ben;
Ve bilinmeyen;
Ve tanınmayan
Ve akla hayale sığmayan
Ve durmadan yalnız
Bi dur!


Hele bir sabah olsun.

21 Nisan 2013 Pazar

Nisan Halleri- hayal meyal

Durumlar-1

Virajda dikiz aynası, Sis ve Nuri Bilge bulutları, derin nefes
benzinlik marketi, topal kedi, Eyüp Sabri Tuncer kolonyası
otopark kartı, çalı süpürgesi, yere düşen bozuk para sesi
rutubet kokusu, kulaklık girişi, kitap ayracı, okuduğunu hatırlamadığın sayfa.
 Polen nezlesi, baştan çıkarıcı kahve kokusuna rağmen ıhlamur, güneşe bakamama
Çalıştıkça kendinden geçme, yoruldukça çalışma, düşündükçe yorulma… nakavt!
Yürüyen merdiven, çantanın astarına açılan delik, araba anahtarını kaybetme paniği
Market poşeti, posta kutusu, yamuk duran paspası düzeltme güdüsü
Radyo frekansı, aynadaki buğu, küvetin içinde 20bin bilemedin 19bin fersah
Televizyon koltuğu kırlenti,  demlik süzgeci, tokayı saçtan çıkartınca şakaklarda hissedilen kısa süreli rahatlama
Elektrik kesintisi, Karanlıkta aklıma düşen...
kim?
sen.


15 Nisan 2013 Pazartesi

facts!

tutunmak için en zayıf dalı seçmişsen eğer,
o dala istediğin kadar sıkı tutun
dalın akıbetini değiştiremezsin.
kırılır.
öte yandan
sağlam bir dala
elinin ucuyla tutunuyorsan mesela
her an kıç üstü oturabilirsin.


7 Nisan 2013 Pazar

yaşamanın mantığını ve insan olma durumunun vahametini çakozladım an itibariyle.

NON FUI. FUI. NON SUM. NON CURO.
yani
OLMADIM. OLDUM. DEĞİLİM. ALDIRMIYORUM.

4 Nisan 2013 Perşembe



“Most Beds are Beds for sleeping and resting, but the best Beds are much more interesting!”

(sylvia plath)

31 Mart 2013 Pazar

28 Mart 2013 Perşembe

25 Mart 2013 Pazartesi

'sus!' dedi bana.
'sesinde gökyüzü de olsa sus!'


öyle yapıyorum.

23 Mart 2013 Cumartesi







That thou art blamed shall not be thy defect,
For slander's mark was ever yet the fair;
The ornament of beauty is suspect,
A crow that flies in heaven's sweetest air.

(LXX-Sonnets-Shakespeare)

çevir desen şöyle çevirirdim;

suçlandın ama suçun/özrün değil bu senin,
zira iftira hep iyiyi lekeler.
güzelliğin taktığı süstür kuşku,
ya da kargadır uçan
en tatlı havalarında göklerin...

21 Mart 2013 Perşembe


Lasciate ogni speranza, voi ch'intrate

-dışarıda bırakın tüm umutları siz içeri girenler-
Dante Cehennem III,9


baharı karşısında görünce, kışın histeri krizleri geçirdiği şu Mart sonları beni hep...
çok pis depresyona sokuyor!


9 Mart 2013 Cumartesi

göz doldurup söz boşaltıyorum
söz doldurup göz çıkarıyorum
göz koyup gönül alıyorum
gönül koyup söz veriyorum
söz alıp yüz buluyorum
belamı arayıp yüz çeviriyorum
sır tutup ser vermiyorum
ser bende değil
olsa dükkan senin

8 Mart 2013 Cuma

Ankara'da;
Cinnah yukarı koşarak can vermek istiyor insan(ben)!

6 Mart 2013 Çarşamba



Safkan atların bir türünden bahsederler, aşırı koşturulmaktan korkunç kızışan atlar,
ferahlamak için içgüdüsel olarak bir damarlarını ısırırlarmış. Sık sık ben de kendimi böyle hissediyorum, beni sonsuz bir özgürlüğe kavuşturacak bir damarımı kessem diyorum.
(Genç Werther'in Acıları- GOETHE)

1 Mart 2013 Cuma


"Buna sakın gülme. Wilhelm, mutluysak, nedeni hayalet gölgeler değil mi?" 
Genç Werher'in Acıları- Goethe

earth smokes with blood,
and groans and shakes...
(William Blake)

24 Şubat 2013 Pazar


kulaklarımı tıkıyınca;
sanki daha bi iyi duyuyorum.
sanki.
neticede
yıldıztozu ve
bilimum bi sürü başka şeyden meydana gelmedik mi?

17 Şubat 2013 Pazar


I
orada...
tam da onu koyduğum yerde ...
onu hiç aramam gerekmedi benim,
o kendini aradığında bile...
orada...
gün ortası yaz sıcağı çektiğim bir fotoğrafta
kesişen bakışımız
en çok orada...

ne zaman anlatmaya kalkışsam ona, 
hevesli bir esinti önüme geçiyor.
dilim kuruyor,
kelimelere sıkışıyorum.
Aşk dilsizdir der Novalis
yalnız şiir konuşturur onu...
öyleyse konuşsun şiirlerimle 
diye
arkama yaslanıyorum.
ruhum yerleşiyor iyiden iyiye 
aynasının dökülen sır'ına.
yer tutuyor onun inzivasında.
aklına düştüğüm yerdeyim.
keyfim yerinde.
biz onunla gizi koruyacağız hep;
özgürlüğümüzün yularını tutan gizi...

başucu çekmecemdeki saklı bölmede
karınca yükü sözcükler
henüz konuşulmayan bir dilde yazılmış.
tek düşündüğümüz geciktiğimiz değil artık.
çünkü
hangi dün bugün olabilir?
Ashbery der ki;
'göz ardı edilemeyecek kadar yakın,
müdahale edilemeyecek kadar uzak
bu ötekilik
"biz olmayış"
aynada görülecek tek şeydir
nasıl böyle olduğunu bilsek de...'

II

Zaman zaman bulutların rengine sarar O.
zamanla dert edinmekten bıkmasın diye bulutların rengini
cebimden müzik kutusunu çıkarırım ayda bir.
bakmayın
öyle uzağız ki biz;
öyle uzak...
işte sırf bu yüzden 
o anda kaldık
bahşedilen anda.
gerçeğin kıyısında tuttuğu bizi...

rüya ikiye bölündüğü anda gerçek değil midir?
öyleyse doğaldır
daldıkça ufka bakmalarımız.
artık bakmıyoruz birbirimize...
zaten o yüz değildi yüzüm.
"oysa şimdi görüyorsun,
karşılaşmışsın gibi öncesinde,
duraksamandan biliyorum ben de..."
diyorum ona.
Israrla rahatsız ısrarlı merak.
yansıdıkça aynadaki çatlağa,
tam gerçeğin kıyısında kalıyor yüzüm.
onu yaşamda tutuyor.
uykusunu kaçıran sese alışıyor.
mışıl mışıl uyanığız ikimiz de...


16 Şubat 2013 Cumartesi


kararsızlık ve duraksama yüzünden hayatını tehlikeye atmaktansa 
bir kolunu kaybetmeyi yeğlemeyecek biri var mıdır?
-Bilmiyorum!
neyse örneklerle kafamızı yormayalım.
kısacası -Evet, Wilhelm, bazen bir anlığına beni yerimden sıçratıp
kendime getiren bir cesarete kapılıyorum, o an -nereye gideceğimi bilsem,
koşa koşa gideceğim. 
(Genç Werther'in Acıları- GOETHE)


7 Şubat 2013 Perşembe

yakınlaşıyor



daha öncekinden daha uzak
bir anda tümüyle yabancı oldu bana. 
bir süre böyle hissettim.
o kim?
varoluşuyla varoluşumun ne ilişkisi var;
varolamayışımızın ne anlamı?
oysa dün gece
nüksetti
ve bugün, tüm gün
titreşimler...
bir an için çok yakın.
 hatırladım
neden unuttuğumu
hatırlarken
hatırlamam gerektiğini...
güneş!
güneşi takip edişim gibi içgüdüsel...
ya da 
peşinden susuşum gibi 
relaxing and brilliantly high!
burası 
durduğum yer;
bir süre 
boş boş bakma durağı,
isteyen göğe de bakabilir...



20 Ocak 2013 Pazar



Şehri kırıyorlar
Şehri ören tuğlaları birbirine kırdırıyorlar
Kadınların omuzları açıkta
Adamlar yüzlerini hayrat çeşmelerinde yıkıyor sabahları
Köpekleri trafik lambalarının düğmelerine basıyor
çöpleri ayrıştıkça
Medeniyet diş çıkarıyor…

Kırkayakları bir de tahtakuruları vardır bu şehrin
İşleri güçleri tıkırında
Keyifleri gıcır gıcır
Ahşap rabıtalara dadanık
Pencere pervazı kızları gibi çeneleri düşük
Bir huzur vermezler bebelerin tatlı düşlerine

Çocukları bu şehrin, bir rüya görür
Kırk şehir değiştirir bir gecede
Kırkayaklardan sebep

Başka bir kasabada kaplanların konuşabildiklerini duymuştum
Bu şehrin kaplanları dişlerini sıkıyor ancak
Çenesi uyuşmuş bu şehrin
Göğsü sıkışmış
Dil altı verin bu şehre
Dil altı verin.

Matkapla deliyorlar şehrin şakaklarını
Her gün bir dönem kapanıyor
Yağmur yağdığında tarih şehir oluyor, şehir tarih
Solucanlar ayaklarına kapanıyor sokak çalgıcılarının
O sırada aydınlık simalar tiner kokusunu yok etmeye uğraşıyor harabelerin duvarlarına sinen
Bu isteri durdurulamaz bir hal alıyor
Bütün tırnaklar seferber edilmiş
Sıvaları soyuyor tırnaklar
Tuğlalar çırılçıplak kalıyor
Şehir utancından ölüyor

Simalar, bazı odaların baktığı aydınlık gibi aydınlık
Rutubetli, kesif
Leş kargaları şahinlerle bir olmuş,
 gözlerini retinasına dikmiş şehrin
Yırtık çok derin
Dikiş tutmayacak belli
Şehrin şakaklarından akan kan logarları tıkamış
Logar kapaklarını açın sonuna kadar
Şehir çok kan kaybediyor.

Öyleyse yeraltına insin tüm şairleri bu şehrin
Bir mezar taşı hazırlansın bu şehre
Ve inerken de herbiri bir çocuğu alsın kucağına,
Uykusunda kırk şehir değiştiren çocuk kalmasın yukarıda
Hepsi uyansın

14 Ocak 2013 Pazartesi


Kızıl bir gökyüzünü andırıyorsun,
Denize dökülen bir şehrin üstünde;
Güneşi saklamış iç cebine;
Ara ara çıkarıp, koyuyorsun yerine.
Ceketinin kolundan rengarenk kurdeleler çıkaran sihirbazlar gibi
Yüzüne tütüyor bacaları yüksek binaların;
Gözlerin elaya çalıyor.
Sen tenhasın, rengin alaca.
Buradan epey uzak bir yere dayanmış dirseğin;
Pıhtılaşmış insanların ufkuna yakın bir noktadayım.
Boyunumu uzatsam ensende dudaklarım.
Tuhaf yaratılmışız,
Formsuz.
Başı(n) yok, sonu(m) yok.

6 Ocak 2013 Pazar

istiklal caddesinde yüksekçe bir binanın terasından aşağıya caddeye baktı kadın
şöyle dedi:
"görünmez bir ağın içinde, yakalanmış balıklar gibi görünüyor insanlar,
gözlerimi kısınca
ağı görüyorum;
ama bu kez de insanlar kayboluyor..."
onu görünce bakışlarım sürekli çekim moduna geçiyor...
hafızam yüzüyle dolu
ah bir de göz rengini hatırlayabilsem...
"Hiç bir kuş bir sorular ormanında ötecek kadar yürekli değildir."
René Char