I
orada...
tam da onu koyduğum yerde ...
onu hiç aramam gerekmedi benim,
o kendini aradığında bile...
orada...
gün ortası yaz sıcağı çektiğim bir fotoğrafta
kesişen bakışımız
en çok orada...
ne zaman anlatmaya kalkışsam ona,
hevesli bir esinti önüme geçiyor.
dilim kuruyor,
kelimelere sıkışıyorum.
Aşk dilsizdir der Novalis
yalnız şiir konuşturur onu...
öyleyse konuşsun şiirlerimle
diye
arkama yaslanıyorum.
ruhum yerleşiyor iyiden iyiye
aynasının dökülen sır'ına.
yer tutuyor onun inzivasında.
aklına düştüğüm yerdeyim.
keyfim yerinde.
biz onunla gizi koruyacağız hep;
özgürlüğümüzün yularını tutan gizi...
başucu çekmecemdeki saklı bölmede
karınca yükü sözcükler
henüz konuşulmayan bir dilde yazılmış.
tek düşündüğümüz geciktiğimiz değil artık.
çünkü
hangi dün bugün olabilir?
Ashbery der ki;
'göz ardı edilemeyecek kadar yakın,
müdahale edilemeyecek kadar uzak
bu ötekilik
"biz olmayış"
aynada görülecek tek şeydir
nasıl böyle olduğunu bilsek de...'
II
Zaman zaman bulutların rengine sarar O.
zamanla dert edinmekten bıkmasın diye bulutların rengini
cebimden müzik kutusunu çıkarırım ayda bir.
bakmayın
öyle uzağız ki biz;
öyle uzak...
işte sırf bu yüzden
o anda kaldık
bahşedilen anda.
gerçeğin kıyısında tuttuğu bizi...
rüya ikiye bölündüğü anda gerçek değil midir?
öyleyse doğaldır
daldıkça ufka bakmalarımız.
artık bakmıyoruz birbirimize...
zaten o yüz değildi yüzüm.
"oysa şimdi görüyorsun,
karşılaşmışsın gibi öncesinde,
duraksamandan biliyorum ben de..."
diyorum ona.
Israrla rahatsız ısrarlı merak.
yansıdıkça aynadaki çatlağa,
tam gerçeğin kıyısında kalıyor yüzüm.
onu yaşamda tutuyor.
uykusunu kaçıran sese alışıyor.
mışıl mışıl uyanığız ikimiz de...